Kalbimizdeki ve zihnimizdeki haritalar fiziki haritalara gö re çok büyük ve birbirine çok yakın. Çünkü zihinlerimiz yakın, çünkü kalplerimiz yakın. Çünkü duygu dünyamız, birlikte gelecek tasavvurumuz yakın. Çünkü siyasi genetiğimiz aynı. İstanbul ile Kahire’nin, Şam ile Beyrut’un, Bağdat ile İsfahan’ın , Bursa ile Bosna’nın, Gazze ile kalplerimizin arasına kimseler sınır koyamaz, koyamıyor da. TARİH, COĞRAFYA BİZİ ŞAH DAMARIMIZDAN YAKALADI… Tarih, coğrafya ve şehirler bizi şah damarımızdan yakalayıp,
Savaş kuşağını barış kuşağına çevirmenin, coğrafyanın “kanlı tarihi”ne nokta koymanın, soykırım ve kitlesel kıyımlar için kurban seçilen ülkelerimizi ortak güvenlik havzasına dönüştürmenin bütün yükü Türkiye’nin omuzlarında. Tarihin bütün ağırlığı bizim zihinlerimizde.
Bunu yapabilecek başka hiçbir ülke yok. Türkiye’nin siyasi genetiği önümüze bu zorluğu yeniden çıkardı. Bundan kaçacak hiçbir yol yok. Tarihin hiçbir döneminde kaçmadık, yine kaçmayacağız.
Bizler barış, onur, haysiyet, refah ve özgürlük alanlarını inşa etmek için sefere çıktık. Coğrafyayı güce dönüştürmek için sefere çıktık. Buna yönelik her hareketi, her sözü, her kötülüğü büyük bir öfkeyle karşılarız.
Çünkü bu öfkenin içinde Birinci Dünya Savaşı’nın, Çanakkale’nin, Kudüs işgalinin, Yemen’in, Anadolu işgallerinin bütün acıları ve öfkesi var. Büyük sürgünlerin, büyük imha harekatlarının acısı ve öfkesi var.
Bugünün çıkarı için, bugünün konforu için bu öfkeyi, bu acıyı unutanlardan olmayacağız. O riyakarlardan, o karaktersizlerden olmayacağız. Gerekirse coğrafyayı bir silah gibi kullanacak, haritayı bir kurşuna dönüştürecek, aklımızı ortaya koyduğumuz kadar yüreğimizi de ortaya koyacağız.
Kınamalara aldırmadan, modacıların modasına uymadan, belli ajandalara sıkışmadan, eğilip bükülmeden, inancı kadar duruşuyla da bu savaşı verenler bugünlerin kahramanları olur.
Bize emanet edilen makamların, sahip olduğumuz zenginliklerin, göze girme telaşlarımızın çok ötesinde, kendimizi bile unutturacak bir hayalin, bir hedefin erleri olacağız. Bir ömür ne ki; ülkeler, milletler, nesiller feda edildi bu yolda.
Gazze’de bir soykırım yaşadık. Bitmedi, devam ediyor. Açlık silahı ile yüz binler ölümün eşiğine getirildi ve biz sabrediyoruz.
Bebekler, çocuklar, kadınlar, onurlu adamlar bütün bir dünya sistemine karşı yokluk içinde, kimsesizlik içinde, insanlık tarihinin en çirkin, en aşağılık zorluklarına direniyor. Büyük sabır onların, biz yapamadıklarımızın altında eziliyoruz.
Gazze biziz. Kalbimiz kadar, şah damarımız kadar yakın. Bunu anladığımızda işte coğrafya da tarih de biz oluyoruz. Bu “Müslüman Soykırımı”na öfke duymayanların büyük tarih yürüyüşünde hiçbir katkısı olmayacaktır.
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Teknofest yolculuğuna davetliydim.
Orada, yeni yapılan KKTC hükümet Külliyesi’nden etrafa bakarken; sadece Gazze’nin değil, Suriye’nin ne kadar yakın olduğunu, Beyrut’un ne kadar yakın olduğunu, İsrail’in ne kadar yakın olduğunu düşündüm.
“Bu bina KKTC için değil, Kıbrıs’ın tamamı için bile büyük ve muhteşem. Bu bina, bugünün değil yarının hesabı niye olmasın” diye mırıldandım.
İsrail Lübnan’ın Türkiye sınırlarını bombalarken, Şam’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı bahçesini bombalarken, herkes İsrail’in o bölgelere yakın olmasını konuşuyor.
Oysa yakın olan biziz. Bir karış toprak barçasının, birkaç deniz mili ötesinin yakınlığı değil sadece. Şam’ın da Beyrut’un da Gazze’nin de bizim parçamız olduğunu düşündüm.
Ve KKTC’nin bizim için ne ifade ettiğini düşündüm. “Türkiye defol” diyenler ne kadar yabancıysa Kıbrıs o kadar bizim vatan parçamız. Kıbrıs da Adalar da vatanımızın tamamlayıcısı. Ancak Kıbrıs ayrıca bir savunma hattımız, uçak gemimiz.
Gazze ile Şam ile Beyrut ile tek bir coğrafya. Hafızalarımızı tazeleyelim, haritalara tekrar bakalım. Kendi zihin haritamıza, gönül haritamıza, güvenlik haritamıza, gelecek haritamıza da bakalım. Bugünkü hiçbir tartışma, hiçbir siyasi ajanda, hiçbir “önleyici komplo” bizi bu düşünceden alıkoyamaz. Hiçbir ucuz cümle bunu tanımlamaz, hiçbir riyakarlık bu gerçeği örtemez, unutturamaz.
Teknofest’in KKTC’de olmasının bir anlamı vardı. Savunma alanında mucizelere imza atanların orada olmasının bir anlamı vardı. Savaş uçaklarının, SİHA’ların KKTC semalarında olmasının bir anlamı vardı.
Türkiye’nin Suriye hava sahasında İsrail uçakları ile karşı karşıya gelmesinin, Gazze’yi bu kadar sahiplenmesinin, Lübnan’ı neden savunmak istediğinin sebebi neyse KKTC’deki meydan okumanın anlamı odur. Burada bile bir coğrafya, bir tarih, bir gelecek planlaması, bir hazırlık vardır.
Ve gördüm ki, Türkiye İsrail’den gelebilecek her türlü anormalliğe hazırdır. Her türlü “oldubitti”ye hazırdır. Bu yolda ne yapılması gerekiyorsa yapılacağı düşüncesindedir.
Bu sabır testi bölgesel infiallere neden olabilir ve böyle giderse olacak. Artık o zaman bu fırtına kimleri önüne katıp silip süpürür göreceğiz.
Bu öyle bir güç ki, zihinlerimizde ve kalplerimizdeki coğrafya öyle canlı ki, kardeşlik ve ortaklıklar o kadar güçlü ki, buna yüzyıllar dayanamadı. İsrail mi dayanacak?
19. ve 20. yüzyıl boyunca hafızalarımız silindi, ülkelerimiz imha edildi ama bu genetik yok edilemedi. İki yüz yıldır yaşadıklarımız dünya tarihinin çok önemli travmalarını içerirken, yok edemedikleri bu duyguyu, düşünceyi, aklı ve hayali İsrail mi sıfırlayacak?
Mümkün değil. Mümkün olmayacağını yakın gelecekte herkes görecek. Tarihi büyük oyuncular yazar. Coğrafyayı büyük oyuncular kurar. Biz, dondurduğumuz tarih parantezini çoktan kapattık. Bunu içeridekiler de İsrail de görecek. Siyasi tarihi boyunca en büyüklerle mücadeleye ayarlı bu güç akışını algılamakta zorlananlar 21. yüzyılı kaybedecek.
Teknofest’in KKTC’de yapılması, zihnimizdeki haritanın bir göstergesiydi. Güç inşasının ve sembollerinin bir ilanıydı. Öyleyse bir sonraki Teknofest’i Şam’da yapmalıyız. Ya da Beyrut’ta yapmalıyız.
Harita böyle inşa edilir. Coğrafya böyle savunulur. Türkiye böyle bir ülkedir. Herkese kabul ettirin. Bir düşünelim. Neden olasın!