Dizi ile sinema sektöründeki tekelleşme tartışmaları ve camiayı tahkim edenlerin “politik yönleri” ile konuşulması her şeyden önce bir kırılmadır. Cesarettir. Meydan okumadır. Daha da önemlisi “ekosistem” değişikliğinin ayak sesi dir. İsmail Kılıçarslan’ın yıllar evvel kavram olarak önümüze koyup, ülkemizde yaşanan siyasi, ticari ve sosyal gerginlikler ile iletişim kaoslarının arkasında kültür endüstrisine yön verenlerin olduğuna dikkat çektiği “ Kültürel İktidar” meselesi nihayet kendi zemininde
Ayşe Barım’ın sinema sektöründe kurduğu ‘çağdaş feodalite’ye isyan edenlerin anlattıkları da yukarıdaki dizi seti sokağı analizini fazlasıyla teyit ediyor zaten. Bu durumda birçok oyuncunun esaret altına alındığından haberdar dahi olmadıklarını söyleyebiliriz. Bu çıkarım bir “savunma” olamaz elbette. Ancak Kültürel İktidar tartışmasını, mahallelerin mevcut durumu üzerinden de yapmalıyız. Kimler daha çok ve derinlemesine okuyor? Kimler araştırıyor? Kimler nerelerde sosyalleşiyor? İnsani ilişkiler ne durumda? Vakıflar, dernekler neler yapıyor? İdealler, hedefler, gayeler hangi yönde? Mesela kimler büyük bir heyecanla yeni kitaplar basıyor, içerikler üretiyor ve bunları okutup, izletiyor. Ya da ideolojik tartışmalar, çatışmalar ne seviyede?