Suriye’ye girişte engebeli arazideki yerleşimler dikkatimizi çekti. Mihmandarımız dağ-taş her yeri kaplamış bu yerleşimlerin iç göç mağdurlarının barınakları olduğunu söyledi. Durum çadır kentlikten çıkmış adeta bir ‘Çadıristan’a dönüşmüştü.
Türkiye’den kara yolu ile Suriye’ye giden Türkiye vatandaşı gazetecilerin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan izin alması gerekiyor. İzin başvurusu 10 günlük bir süre için veriliyor.
Suriye’ye Türkiye sınır kapısından kimlik ile geçiliyor. Biz yine de ‘Ne olur ne olmaz’ diyerek pasaportumuzu yanımıza aldık. Gazeteci arkadaşım Ali Atar ile birlikte yola çıktık. O da en az benim kadar heyecanlıydı yeni Suriye’yi görmek için.
Geceyi Reyhanlı’da geçirdik. Sabah erkenden Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan geçip, Şam’a gün içinde ulaşmayı, yolumuza gelecek Hama ve Humus’ta da biraz vakit geçirmeyi planlamıştık.
Evdeki hesap gümrüğe uymadı. Arkadaşım insani yardım görevlisi olarak komisyona girmiş ve ismi gümrük kapısında hemen bulunmuştu ama benim bu gümrükte, bilgisayarda ismim ve de iznim gözükmediği için geçmeme müsaade edilmiyordu.
Gazeteci olduğumuzu söyleyince durum anlaşıldı. Meğerse izin sahibi gazeteciler 2018 yılı sonlarında hizmete açılan Zeytindalı Gümrük Kapısı’ndan geçiş yapıyormuş, dolayısıyla oraya gitmemiz gerekecekti.
Arkadaşımla anlaştık, o Suriye tarafına geçecek, oradan araç kiralayıp beni Zeytindalı Kapısı’nın karşısındaki Suriye gümrüğünden alacaktı. Bizi gümrüğe getiren dostumuz önce yol arkadaşımı Suriye kapısına götürecek sonra gelip beni alıp, birlikte Zeytindalı Kapısı’na geçecektik.
Uzun bir süredir kara gümrük kapısından geçiş yapmamıştım. Ancak kapıyı yıllar önce bıraktığım gibi buldum. Hâlâ bir yoğunluk, izdiham, bir telaş vardı. Tepeden bakmacılık hâlâ geçerli, gümrük muhafaza memuru hala “Ben devletim” tavırlarındaydı.
Gümrük binası içerisinde ülkelerine dönen ailelerin çıkış işlemleri 5-6 masa üzerinden yapılıyordu. İşleyiş düzenliydi.
Beni Zeytindalı Gümrük Kapısı’na götürecek dostumuzu beklerken, gümrük muhafaza memurunun biri bayan iki yabancı ile anlaşmaya çalıştığını gördüm, yardımcı oldum. İki yabancı Suriye’ye hibe etmek için getirdikleri bir ambulansla birlikte sınırı geçmek istiyorlar ancak memur bunun mümkün olmadığını söylüyordu. Onları da Zeytindalı Kapısı’na yönlendirdi ama daha sonra AFAD’ın bu konuda yetkili olduğunu söyleyip onları AFAD’ın Hatay şubesine yönlendirdi. Daha sonra irtibata geçtiğim o yabancılardan biri ambulansı geçirmeyi başaramadıklarını ve Almanya’ya geri döndüklerini iletti.
Anlaşılan henüz, en azından o kapımız bu tür durumlara hazır değildi. Bundan sonra Suriye’ye Türkiye üzerinden bu tür destek ve yardımlar çoğalacağı için insanların mağdur olmamaları açısından düzenleme yapılması gerekli olabilir.
Zeytindalı Gümrük Kapısı’nda, bilgisayarda iznimiz gözüktüğünden kimlik kartımızla kolayca geçiş yaptık.
Her iki kapıda da Suriye’ye gelen ve oradan dönen yoğun bir insan trafiği vardı. Ayrıca işlemlerini beklemekte olan ailelere yiyecek, içecek ikram ediliyordu.
Suriye tarafına geçmiştik ama bayağı bir vakit kaybetmiştik. Ayrıca, yaklaşık bir 30 kilometre kadar kuzeye çıktığımız için Şam’a yolculuğumuz da uzayacaktı.
Suriye tarafında gümrük ararken, bizi orada bekleyen ama önceden yüz yüze tanışmadığımız Suriyeli dostlarımızla buluştuk. Suriye tarafında nerede bir giriş işlemi yapılacağını sorduğumda, “Bir işlem yok, gidelim” cevabını aldım.
‘Şamgen’ diye içimden geçirdim. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin serbest dolaşımını sağlamak için hayata geçirilen Schengen’den mülhem bir tabirdi. 2010 yılında Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında serbest ticaret ve serbest vize anlayışına dayanan bir çalışma başlatılmıştı. Bu projeyle Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında vizesiz seyahat gerçekleştirilebilecekti. 4 ülke birbirlerine olan vizeleri kaldırmayı planlıyordu. Proje ile ilgili anlaşma imzalanmadan Suriye’de çıkan savaşla rafa kaldırıldı. Hoş Schengen de artık eski Schengen değil. Düzensiz göç onu da etkiledi.
Ama, Suriye’deki yeni durum ile birlikte en azından Suriye ile Türkiye arasında Şamgen’in yeniden raftan indirilmesinin her iki tarafa da faydası olur.
Suriye tarafında bizi sağlık alanında mülteci ve iç göç mağduru Suriyelilere sağlık hizmetleri veren Suriyeli Göçmenler Tıbbi Derneği’nin (SEMA) Suriye Sorumlusu Medyen Rızk ve oğlu Muhammed bekliyordu.
Hoşbeşten sonra zaten geç kaldığımız için hemen yola revan olduk.
Şam’a dört yüz kilometreden fazla mesafe vardı ve beş, bilemedin altı saatlik bir yoldan bahsediyordu Medyen. Akşama nasip olursa Şam’da olurduk. Menzili maksuda fazla geç kalmamak için yol üstündeki Hama ve Humus’ta vakit kaybetmemeye ve doğrudan Şam’a gitmeyi Şam-Hama arası 220 km kadar bir yoldu ve günübirlik gelip dönebilirdik.
Suriye gümrük kapısından itibaren engebeli bir araziye sahip bölgedeki yerleşimler dikkatimizi çekti. Mihmandarımız dağ-taş her yeri kaplamış bu yerleşimlerin iç göç mağdurlarının barınakları olduğunu söyledi. Bu durum Serakib şehrine kadar sürecekti.
Serakib’in hikayesi de ayrı ya, ona yolumuz oradan geçerken değineceğiz.
Bölgenin tabii ki asıl insanlarının da yerleşimleri vardı, ama onları göçmenlerin her tarafı saran çadır, konteyner ve kalıcı barınakları adeta boğmuş, görünmez hale getirmişti.
Daha önceden Pakistan’da Afgan, Kenya’da Somalili sığınmacıların kaldığı göçmen kamplarına benziyordu ama oralarda kontrollü ve belli bölgelerde kurulmuş olan kamplara göre çok daha yaygın bir yerleşim söz konusu idi. Yine onlardan farklı bir durum buradaki ucu bucağı gözükmeyen kampların neredeyse tamamında güneş enerjisi panellerinin kurulmuş olmasıydı.
Suriye gümrük kapısından yaklaşık 80 kilometre kadar yolumuzun her iki tarafında da yüzlerce tür bu yerleşimler yer alıyordu. Dolayısıyla, durum çadır kentlikten çıkmış adeta bir ‘Çadıristan’a dönüşmüştü.
Biz sadece yolumuz üzerindeki, Suriye’nin kuzeybatısındaki türlü çeşitli göçmen kamplarını görmüştük, muhtemelen Suriye’nin birçok bölgesinde bu durum söz konusu idi. Nitekim konu ile ilgili istatistiklere göz gezdirdiğimizde durumun vahametini anladık.
Suriye İnsani İhtiyaçlar Genel Değerlendirme raporuna göre Haziran 2024 sonu itibarıyla ülke genelinde yerinden edilmiş 7 milyondan fazla kişiyle küresel olarak en fazla sayıda iç göç mağduru (IDP) nüfusa sahip ülke olarak Suriye tespit edilmiş.
Bu iç göç mağdurlarının çoğu bizim Şam yolunda geçtiğimiz kuzeybatı Suriye’de kümelenmiş olduğu için biz de yoğun bir şekilde gördük.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) 9 Şubat 2025’te yayınladığı haritaya göre iç göç mağdurlarının 5 milyona yakını bu bölgede, nerede ise yarısı da İdlib’de yaşıyor. Çoğunluğu Şam kırsalında olmak üzere ülkenin güneybatısında da yaklaşık iki milyon iç göç mağduru yaşıyor.
İç göçe değinmişken dış göçe değinmeden geçmek olmaz. El-Cezire kaynaklarına göre 2024 yılında Suriye’den mülteci durumuna düşen kişi sayısı 6,2 milyona ulaştı ki, resmi rakamlara göre bunun yarısını yani 3,2 milyonunu Türkiye omuzladı. Lübnan, Almanya ve Ürdün’de sırasıyla 775 bin, 717 bin ve 628 bin kayıtlı Suriyeli mülteci bulunuyor.
Yine, UNCHR’ın 3 Ocak 2025 tarihinde yayınladığı haritaya göre 8 Aralık 2024 yani Esed’in devrilmesinden bu yana 279 bin 620 Suriye’ye geri dönmüş.
Diğerleri ne zaman döner sorularını duyar gibiyim. Suriye kurtulmuş olsa da şartların tam olgunlaşmadığını söylemek durumundayım. Suriye’de işler yoluna girdikçe insanlar vatanlarına daha fazla dönmeye başlayacakladır.
2 Eylül 2015’te ailesi ile birlikte Muğla’nın Bodrum ilçesinden Yunanistan’ın İstanköy adasına şişme botla geçmeye çalışırken annesi ve kardeşi ile birlikte boğularak ölen üç yaşındaki Aylan Bebek gibi birçok Suriyelinin artık vatanlarına hiç dönemeyecek olduğunu üzüntü ile burada zikredelim.