“Her yıl kalbin ağzında kura beklemekle başlayan yolculuk, ‘Benden selam götür’ dualarıyla İstanbul’dan ayrılıp Cidde’ye, oradan Mekke’ye uzanıyor. Bu yolculuk ezelimize, ebediyete, birliğe, beraberliğe, Allah’a yakınlaşma vakti. Ve işte Kâbe karşımızda. Kavuştuk. Burası seni sarıp sarmalayan, bağrına basan, yüreğini ferahlatan, yüklerinden kurtaran…”
Hac beklemek. Bir yıl, beş yıl, on yıl…
Her yıl kalbin ağzında kura listesinde ismini arayıp, yüreğin sızlayarak tekrar gelecek seneyi beklemek. Tevekkül etmek ve nihayetinde davet.
Bu yıl hac yolcularından biri de benim. Şükür.
Bir değişim ve dönüşüm yolundayız. O zaman ilk iş helalleşmek, kucaklaşmak.
Özlemle sırasını bekleyene ‘haccını’ ortak etmek.
Önden gidenlerin verdiği ilk tavsiye sabır.
Zaten pasaportumu taratmak için gittiğim Süleymaniye’deki İstanbul Müftülüğü’nde de anlıyorum ki haccın ‘sabır eğitimi’ ile yapılan bir ibadet olduğu bize sık sık hatırlatılacak. ‘Kimseyle Tartışma Kimseyi Kırma, Kardeşini Kendine Tercih Et, Dua Almayı Unutma…” tavsiyelerini içiren binlerce pankart biz 85 bin hacı adayı için hazırlanmış.
Beklenen gün geldi. 24 Mayıs Cumartesi. Bohçam selamlarla, dualarla dolu İstanbul Havalimanı’ndayım. Ömürlük seferimiz başlıyor. Artık kavuşmak için ayrılık vakti. Gözler yaşlı. Mutluluk ve hüzün aynı damlada ama annelerin katresi biraz daha dolgun.
İhrama havalimanında giriyoruz. Kadınların elbisesi zaten üzerlerinde. Erkekler dikişsiz, beyaz, iki parçadan ibaret örtüye bürünüyor. ‘Ben’e ait olan ne varsa makam, mevki, rütbe bir kenara bırakılıp ‘Biz’ olma yolunda ilk adım atılıyor. Havalimanının mescidinde öğle ve ikindi namazlarını cem edip iki rekat ihram namazı kıldıktan sonra uçağa biniyoruz. İlk durağımız Cidde olacak. Uçağımız tam iki buçukta havalandı. Mikat sınırını geçmeden niyetimizi ettik ve “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk, la şerike lek” nidalarıyla saat 6’da Cidde Kral Abdülaziz Uluslararası Havalimanı’na indik.
Birkaç saat sonra Kabe’ye varacağız. Bakalım kendimize, ezelimize, ebediyetimize, birliğe beraberliğe, Allah’a giden bu yoldan ne kadar nasiplenebileceğiz. Bakalım uzaklaşırken ne kadar yakınlaşabileceğiz.
Kral Abdülaziz Uluslararası Havalimanı büyük, ferah ve ışıl ışıl. Yer hizmetleri ve pasaport bankolarında çalışanların çoğu kadın. Birkaç kelimeyle de olsa tüm yönlendirmeleri Türkçe yapıp işlemlerimizi seri bir şekilde tamamlayıp bizi kibarca yolcu ediyorlar.
Cidde, Mekke ve Medine’nin giriş kapısı. Ümmetle ilk selamlaşma yeri. Dünyanın dört bir yanından gelen hac kafilelerini karşılayıp uğurlayan, dolayısıyla hemen her hacının hatıralarında az ya da çok yer edinen bir şehir. 24 Mayıs akşamı saat sekizde Cidde bizi de uğurluyor. Buradan Mekke bir, bir buçuk saatlik mesafe ama sıkı bir hac vizesi kontrolü olduğundan varışımız biraz gecikecek gibi. Geniş, iyi ışıklandırılmış bir yolda ilerliyoruz. Mekke’ye otobüs akını var. Karanlıkta dağlar bir siluet, bir gölge gibi akıp gidiyor. Önce Mekke’nin mahallelerinin önünden geçiyoruz sonra da otellerin. Burada yer gök otel. Oteller hac yolcuları için hazırlanmış. Çoğu rengarenk balonlarla süslenmiş. Biz de saat 11’de vardığımız otelimizde güllerle karşılanıyoruz.
25 Mayıs Pazar. Saat gecenin biri. Eşyalarımızı otele bırakıp hızlıca hazırlandık. Heyecan artık dorukta. Koşar adımlarla Mescid-i Haram’a gidiyoruz. Önce Babüsselam’a yöneldik. Babüsselam Peygamber Efendimiz’in Kabe’ye girişte kullandığı kapı. Kapalı olduğundan buradan giremedik. Hemen Kral Abdülaziz Kapısı’na geçtik. Kalabalığı yara yara ilerliyoruz. Ve işte Kabe karşımızda. Birkaç metre ötemizde. Kavuştuk. Bakıyorum, bakıyorum ama doyamıyorum. Burası bir sınır. Bir adım ötesini Allah bilir. Burası ‘baba ocağı’ ait olduğun yer. İlk evin. Seni sarıp sarmalayan, bağrına basan, kalbini sonuna kadar açıp, yüreğini ferahlatan, yüklerinden kurtaran…
Tavaf zamanı. Hacerülesved’in hizasındayım. Ona dokunup öpmek sünnet ama bırakın dokunmayı yaklaşabilmek ne mümkün. Elimi kaldırıp uzaktan selamımı veriyorum. Artık bu muhteşem girdabın biz de birer damlasıyız. İç içe halkalar şeklinde omuz omuza dönüyor, dönüyoruz. Hem tek başımıza hem yekvücut. Heyecanlı, coşkulu, pırıl pırıl yüzler hep bir ağızdan af diliyor. Ve yedinci şavtın sonu.
Sıra Kabe kapısına karşı sarı bir mahfaza içinde yer alan Makamı İbrahim’de iki rekat namaz kılmada. Efdal olanı bu. Ancak değil secdeye varacak, ayak basacak yer yok. Uygun bir yer bulup namazımızı kılıyoruz. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile birlikte elleriyle inşa ettiği Kabe’yi tavaf ettik. Onun bastığı yere basıp onun ayak izinde yürüdü. Sırada say yürüyüşü var. Bir bardak zemzem içip say alanına geçiyoruz.
Safa ile Merve. Allah’ın sembolü iki küçük tepe. İki tepenin de taşının toprağının küçücük bir bölümünü görebiliyorsunuz, geri kalan kısmı tamamen mermerle kaplanmış. Kabe’nin bulunduğu kattaki say alanı kapalı olduğundan Beytullah’ın üçüncü katına çıkıyoruz. Ümmet say yapıyor. Safa’dan Merve’ye, Merve’den Safa’ya hızlı hızlı yürüyor. Kim gibi? Hz. Hacer gibi. Burada O’nun rolündeyiz. O çöl ortasında biricik İsmail’i ile yapayalnız kalmış susuzluktan kıvranan yavrusu için Safa ve Merve Tepesi arasında tüm gayretiyle koşuşturarak hayat suyu aramıştı.
Şimdi suyu arama sırası bizlerde…