Ramazan ve Kurban bayramları, Allah Teâlâ’nın kullarına ödül günleri olduğu, Sevgili Peygamberimiz (s.a.) o günleri bayram ilan ettiği, İslam tarihi boyunca bu bayramlar yapıldığı için ve bu bakımdan “Bayram herkesin, hepimizin ortak bayramıdır” diyebiliriz. Sıra anlamlandırmaya, sebeplendirmeye ve yaşamaya gelince bu bakımlardan ortak grupları da kastederek “Herkesin ayrı bir bayramı vardır” diyorum. Şöyle aşağıdan yukarı gibi yürümeyi denersek: 1 . Oh, oruç bitti, helal hazların oruçluya yasak
Ramazan ve Kurban bayramları, Allah Teâlâ’nın kullarına ödül günleri olduğu, Sevgili Peygamberimiz (s.a.) o günleri bayram ilan ettiği, İslam tarihi boyunca bu bayramlar yapıldığı için ve bu bakımdan “Bayram herkesin, hepimizin ortak bayramıdır” diyebiliriz.
Sıra anlamlandırmaya, sebeplendirmeye ve yaşamaya gelince bu bakımlardan ortak grupları da kastederek “Herkesin ayrı bir bayramı vardır” diyorum.
Şöyle aşağıdan yukarı gibi yürümeyi denersek:
Sıradan insanlar yeme, içme, cinsel ilişki, maddi kazanç, teknolojik aletlere sahip olup kullanma… gibi maddi kaynaklardan haz alır, mutlu olurlar.
San’atkârlar, san’at eserlerini geçekleştirmek veya başkalarına ait olanları görmek, okumak, dinlemek, yaşamaktan haz alır, mutlu olurlar.
Allah sevgisine, Peygamber aşkı ve örnekliği ile ulaşmaya meftun olanlar bunu elde etmenin yollarına düşerler, yolda oldukları sürece, aç susuz da kalsalar, eziyet de çekseler haz duyarlar, mutlu olurlar. Bu yolun yolcuları, kendilerini vuslattan alıkoyan veya erteleten şeyleri sevmezler, bu, hayat bile olsa “Ya Rabbi, uzatma hasretimi, mahpusluğumu” diye O’na iltica eder, niyaz da bulunurlar.
Eşiyle beraber olurken veya ağzına aldığı bir hurmayı çiğnerken Efendimizin cihada çağırdığını duyunca bunları yarıda bırakarak şehadete koşan ashâb işte bu yolculardandır.
Bir de merhum M. Akif’in Safahat’ta tablolaştırdığı aşk/örnek var:
Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahrânın;
Benim de rûhumu yaktıkça yaktı hicrânın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca âilem, yurdum.
“Tahammül et!” dediler… Hangi bir zamâna kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık ne hânümân, ne ocak…
Yıkıldı hepsi… Ben aştım diyâr-ı Sûdân’ı,
Üç ay “Tihâme!” deyip çiğnedim beyâbânı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrâda;
Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdâda:
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İrâdem olduğu gündür senin irâdene râm,
Bir ân için bana yollarda durmak oldu harâm.
…
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
Beş altı sîneyi hicrân içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikâbını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta rûhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meş’ale? Nûrun mu? Yâ Resûlallah!..
Bunlar da oruç ve itikâfta yaşadıkları bir vuslatın bayramını yaparlar.
“Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm” diyebilmek ne güzel!