Mehmet Nezir GülUzun ve derin hendekler kazıldı. İçine odun, çalı çırpı, çıra, yanacak ne varsa atıldı. Büyük bir ateş yığını hazırlandı. Bir tarafta içindeki vahşeti dışarı taşan, insaniyetten çıkmış, hayvanî duyguları kabarmış kâfirler. Diğer …
Uzun ve derin hendekler kazıldı. İçine odun, çalı çırpı, çıra, yanacak ne varsa atıldı. Büyük bir ateş yığını hazırlandı. Bir tarafta içindeki vahşeti dışarı taşan, insaniyetten çıkmış, hayvanî duyguları kabarmış kâfirler. Diğer tarafta üzgün ama kararlı, vakur, onurlu, imanlı yiğit kadınlar, erkekler.
Allah’ın has kulları. Canlarını Allah’a adayanlar.
Dağ misali yükselen, ejderha misali kükreyen ateş dalgaları, hendek sahiplerini bile ürkütürken, mümin yüreklerde en küçük bir korku yoktu, hepsine meydan okuyorlardı.
Sadece Allah’a inanmanın özgürlüğünü yaşıyorlardı.
Tevhid ehli olmanın onurunu varlıklarıyla haykırıyorlardı.
Hükümdar Zûnüvâs, bir zorba olarak, farklı hiçbir inanç ve kanaate hayat hakkı tanımadığı gibi, inanan insanları da sağ bırakma niyetinde değildi. Tevhitten dönmeleri, haramı helal saymaları için yapılan tehdit ve işkenceler yarar sağlamayınca her zalim gibi “yok etme” acziyetine sarıldı. İmanını ilan eden ne kadar mümin varsa hepsini topladı, zorla getirdi. Yandaşları, alkışçıları zavallılar ve paralı askerleri de birer birer yakalayıp son kez soruyorlardı:
“Eğer bizim kanunlarımızı kabul edersen seni ateşe atmayız!
“Eğer bizim putlarımıza taparsan kurtulursun!”
“Eğer tevhidden vazgeçersen kurtulursun!”
Müminlerin cevabı hep aynıdır:
“Lâ ilâhe illallah! Allah’tan başka inanılacak yüce varlık, ibadet edilecek yüce varlık yoktur!”
Sadece mümine bir kadın tereddüt yaşadı.
Üç çocuğu vardı onun. Dininden dönmediği için iki çocuğunu ateşe attılar. Kucağındaki çocuğu da ateşe atmayla tehdit edince durakladı, diliyle inkâr edip etmemeyi zihninde düşündü. Ancak bu esnada beklenmeyen bir husus gerçekleşti. Kucağındaki bebek dile geldi:
“Anneciğim! Sakın dininden dönme. Benim ateşe atılmamın sana bir zararı yok!”
Bu mucizevî konuşma üzerine kadın, diliyle de olsa inkâra yönelmemiştir.
…
“Kahrolsun müminleri yakmak için o hendekleri kazanlar.
Alev alev tutuşturulmuş ateşle dolu hendekleri kazanlar!
Onlar o ateşin başına oturmuş, müminlere yaptıkları işkenceyi keyifle seyrediyorlardı.
O müminlerden, başka bir sebeple değil, sadece karşı konulmaz kudret sahibi ve her türlü övgüye lâyık olan Allah’a iman etmelerinden ötürü nefret edip, intikam alıyorlardı. Göklerin ve yerin mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti kendisine ait olan Allah’a. Ama Allah olup biten her şeye şâhittir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara her türlü işkenceyi yapan, sonra da pişman olup bundan vazgeçmeyenlere cehennem azabı, bir de yangın azabı vardır.
Buna karşılık, iman edip sâlih ameller yapanlara ise içinden ırmaklar akan cennetler vardır. En büyük başarı ve kurtuluş işte budur. Rabbinin yakalaması gerçekten pek şiddetlidir. O’dur her şeyi yoktan yaratan, yarattığını tekrar edip, son olarak ahirette yeniden yaratacak olan. Yalnız O’dur günahları çokça bağışlayan, kullarını çok seven ve sevilen. Arşın gerçek sahibi, şanı pek yüce olan O’dur, dilediği her şeyi dilediği gibi yapan da O’dur.” (Burûc, 85/4-16)
…
Kahrolsun, müminleri ateşlere atanlar.
Kahrolsun, o ateşi yakıp tutuşturanlar.
Kahrolsun, müminlere baskı ve zorbalık yapanlar.
Kahrolsun, zalimler ve onların işbirlikçileri…
Yaşasın, Allah’a tevhid üzere iman eden müminler.
Yaşasın, iman üzere hayatlarını sürdürenler.
Yaşasın, ömürlerini İslam yolunda mücadele üzere geçirenler.
Yaşasın, kıyamete kadar müminlere örnek olan yiğitlere.
Yaşasın, ateşe, ölüme, aşkla meydan okuyanlar…
Yaşasın, kıyamete kadar hak, hakikat, istikamet ve hidayet üzere olan muhabbet ehli müminler…***