Suveyda’dan kafamız karışık dönüyorduk. Dürzilerin ruhani lideri Hikmet el-Hicri, İsrail ile ilgili sorularımıza kaçamak cevaplar vermişti. İsrail’in, Suriye’nin güneyindeki Suveyda için düşündüğü kirli çıkarlarına fırsat verilmemesi için hükümet, Ulusal Diyalog Hazırlık Konseyi’nin yapmakta olduğu toplantılardan birini acilen Suveyda’da yapmalı.
İsrail Başbakanı Binyamin Neyanyahu’nun bölgeyle ilgili yeni söyledikleri ile birlikte okununca ortaya tehlikeli bir durum çıkıyordu.
Netanyahu, “HTŞ veya yeni Suriye ordusunun Şam’ın güneyinde varlık göstermesine müsaade etmeyeceğiz. Tüm güney Suriye silahsızlandırılacak. Suriye Dürzilerine karşı yapılacak hiçbir saldırıya müsaade etmeyeceğiz” diyor yeni bir açıklamasında.
Mahmut Osmanoğlu.
Buradan çıkan sonuç, İsrail’in perde gerisinde kirli pazarlıkları olduğudur. Hükümetin buna fırsat verilmemesi için Ulusal Diyalog Hazırlık Konseyinin yapmakta olduğu toplantılardan birini acilen Suveyda’da yapmasıdır. Şeyh Hikmet de vatanseverliğini göstermeli ve ülkenin egemenliğinden taviz vermemelidir.
Doğrusu Suveyda röportajı sonrası endişelenmiş, hükümete yakın dostlarımızı uyarmıştık. Acilen önlem alınmazsa İsrail Suriye’nin güneyindeki işgalini genişletmekten çekinmez.
Suveyda’dan Şam’a geri dönerken yolumuz, belki Şii Müslümanlar için bilinen ama Suriye savaşı ile tüm Müslüman dünyanın tanıdığı Zeynebiye Camii’nin önünden geçti.
On iki imamcı Şii geleneği, caminin Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’nın kızı ve Peygamberimizin torunu Hazreti Zeyneb bint Ali’nin burada defnedildiğine inanır. Zeyneb bint Ali’nin Kahire’de metfun olduğuna dair rivayetler de var.
Cami altın rengi kubbesi ve mimari tarzıyla İran’daki bu tür cami-türbelerin tam bir benzeri. Zaten İran tarafından finanse edilmiş.
Uzaktan iki minaresi göze çarpıyor. Edindiğimiz bilgilere göre bazı önde gelen Şii alimlere ilave olarak İran devriminin ideologlarından ünlü İranlı sosyolog Ali Şeriati de vasiyeti üzerine bu külliyeye gömülmüş.
Ali Şeriatı meselesi de ayrı bir konu, İran İslam Devrimi’nin ideoloğu olarak bilinmesine rağmen, 1977’de şüpheli bir ölümle hayatını kaybettiğinden devrimi zaten göremedi, dahası başından beri molla kesimi ile kavgalı olduğu için kitapları İran’da yasaklandı.
8 Aralık’ta Suriye devrimcilerinin Şam’ı ele geçirmesi sonrasında Zeynebiye Camii koruma altına alınmış ve bölgedeki silahların toplanması için komiteler kurulmuş.
Cami, barış ve birliğin sembolü olarak farklı mezheplerden Müslümanları bir araya getiren ibadet yeri olarak bilinmesine rağmen ve İran ve desteklediği milis güçleri başta Seyyide Zeyneb külliyesi olmak üzere diğer mukaddes saydıkları mekanları korumak üzere geldikleri retoriğini yaymışlardı.
Ancak, arkalarına bakmadan kaçtıkları Suriye’de Esed rejimi iş birliğinde arkalarında tam bir ‘Sünni soykırımı’, ‘Sünni tehciri’ ve maliyeti 400 milyar doları aşan bir enkaz bıraktılar.
Bunları tabii ki mezhepçilik adına söylemiyorum. Yüzbinlerce Suriyelinin işkence dahil, varil bombaları dahil, keyfi öldürmeler dahil envai çeşit şekillerde öldürülmesi, Suriye nüfusunun yarıdan fazlasına denk gelen 14 milyondan fazla Suriyeliyi iç ve dış göçe zorlamaları ve bombalanan şehirlerin hayalet şehirlere dönüşmesi bunun en canlı örneğidir.
Külliyenin önünden geçtikten sonra, bölünmüş yolun orta refüjündeki aydınlatma direğine asılmış bir poster dikkatimi celbetti. Eylül 2024’te Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güney banliyölerinde İsrail saldırısında öldürülen ve yeni defnedilen Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın posteri idi bu ve İran, desteklediği milisler ve Hizbullah’ın Suriye’deki mevcut durumunu anlatıyordu. Poster, muhtemelen silahla taranmış ve parçalanmıştı. Nasrallah’ın yüzü yarısına kadar yırtılmıştı.
İran’ın İslam Cumhuriyeti’nin Suriye ile ilişkileri Hafız Esed dönemine kadar geri gidiyor. Irak’ta savaşta ve zorda oldukları bir dönemde Baba Esed, İran’a silah ve mühimmat temininde yardımcı olmuştu. Kaddafi de Hafız Esed üzerinden İran’a silah yardımı yaptı.
Önemli bir dayanışmaydı. İran kendisini toparlayınca ilişkiler gelişti ve İsrail’e karşı ‘direniş ekseni’ oluşturdular. Irak’ta Saddam, ABD tarafından devrilip ülke İran’ın nüfuz alanına bırakılınca İran artık karadan Akdeniz’e kadar ulaşıyor, Lübnan üzerinden İsrail’e komşu oluyordu.
İlişkiler oğul Esed döneminde de sürdü. Ancak, 2011 yılında başlayan Esed’e karşı önce gösteriler ve sonrasında silahlı mücadele Esed’i zora soktu ve İran’ı yardıma çağırdı. İran da buna zaten dünden hazırdı ve Esed’in düşmesine müsamaha göstermezdi.
Suriye savaşının en büyük kaybedeni İran ve vekil güçleri oldular. Ayrıca milyonlarca beddua aldılar ve almaya devam ediyorlar. İran bir şekilde kendisini de vuracak bu travmadan kendisini nasıl toplar bilinmez ama şimdi asıl büyük travmaları yaşayan Suriye’nin birlik beraberlik ve toprak bütünlüğünü koruyarak bu kaostan çıkmasıdır önemli olan.
Yasir en-Neccar bir inşaat mühendisi, akademisyen ve siyasetçi. 4 Eylül 2011’de kurulan Suriye Devrim Liderliği Yüksek Konseyi’nin üyesiydi ve 2 Ekim 2011’de Devrimci Hareket Bloku temsilcisi olarak Suriye Ulusal Konseyi’ne katıldı.
15 Aralık 2011’de Devrim Liderliği Yüksek Konseyi Siyasi Bürosu Başkanı oldu ve 2012’ye kadar bu görevi sürdürdü.
İdlib Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı ve Suriye Genel Konferansı bünyesinde Muhammed eş-Şeyh başkanlığında kurulan ilk Suriye Kurtuluş Hükümeti’nde İskân ve İmar Bakanı olarak görev yaptı. 15 Ağustos 2018’e kadar bu görevi sürdürdü. Neccar’la Suriye’deki yabancı milisleri konuştuk.
Yasir Neccar devrimin 2011 yılında başlamasından sonra devrimcilerin Suriye topraklarının yaklaşık %70 ila %75’ini kontrolü altına aldığını ifade ederken sürece önce İran ve Hizbullah’ın daha sonra da Rusya’nın müdahil olduğunu hatırlatıyor ve Suriye’nin ABD ve Rusya’nın da bulaştığı uluslararası bir operasyonun sahnesi haline geldiğine vurgu yapıyor.
Neccar’a göre tarafların hepsi kazanç peşindeydi ve bu güçler yalnızca kendi çıkarlarını düşünüyorlardı. Suriye halkı umurlarında bile değildi. Bu da devrimin uzamasına neden oldu. Türkiye başlangıçta Rusya ve İran’ı, Suriye halkının zararına olmayan çözümler üretmeye ikna etmeye çalıştıysa da hiçbir cevap alamadı.
İran’ın, Beşşar Esed’in iktidarda kalmasını sağladıktan sonra çıkar sağlamaya çalıştığına dikkat çeken Neccar, İran’ın bölgedeki milislerini kullanarak Suriye’de ekonomik gücü ele geçirdiğini, Rusya’nın da Beşşar Esed’i desteklediği için çıkar beklediğini sonuç olarak, Suriye halkının açlığa sürüklendiğini söylüyor.
Filistin’deki Gazze olaylarının ardından, Hizbullah ve İran’ın sahte direniş söylemlerinin inandırıcılığının kalmadığını öne süren Neccar, Suriye’deki İran destekli milislerin İsrail tarafından hedef alındıkları için savaşmaktan korkar hale geldiklerini ifade ediyor.
Neccar, Suriyeli devrimcilerin bu noktada, askerî açıdan çok stratejik bir hamle yaptığına dikkat çekiyor ve rejimin ordusu ile İran destekli grupların savaşma isteğinin kalmadığını fark edince saldırıya geçtiklerini Halep’te sadece 350 savaşçıyla 35 binden fazla rejim askeri, İran destekli milisler ve Hizbullah güçlerini püskürttüklerini anlatıyor. Buna sebep olarak ise artık onların savaşçı değil de savaş tüccarları olduklarını savunuyor.
İran destekli milislerin bölgeye ilk girdiklerinde mezarlıkları, kutsal türbeleri ve Hz. Zeyneb’in makamını korumak retoriği ile tamamen mezhepsel bir ideoloji ile hareket ettiklerine dikkat çeken Neccar, İranlıların başlangıçta devrimcileri kastederek “Bunlar Hz. Hüseyin’i öldürenlerdir ve Şam topraklarının tamamı geçmişten gelen bir hesap nedeniyle cezalandırılmalıdır. Buraların demografisi değiştirilerek bize sadık bir mezhepsel yapı kurulmalıdır” şeklinde bir söylem geliştirdiklerine vurgu yapıyor.
Astana süreci ile birlikte savaşların durduğunu hatırlatan Neccar, milislerin bu süreçte kazanç sağlamanın peşine düştüklerini, artık savaş kararlarının tamamen çıkarlarına bağlı hale geldiğini, savaş, kazançlarını riske atıyorsa geri çekildikleri tespitini yapıyor ve devrimcilerin savaşı hızlı bir şekilde kazanmasının temelinde bu zaafı görüyor.
Suriye’de savaşan İran destekli milis güçlerinin sayısı ile ilgili istatistik bulunmadığını bildiren Neccar, sayılarının 100.000’i geçtiğinin tahmin edildiğini söylerken, büyük bir demografiyi değiştirme planından bahsediyor ve Beşşar Esed döneminde Irak, Afganistan, Pakistan, Lübnan ve Yemen’den yaklaşık 600 bin kişiye vatandaşlık verildiğini aktarıyor.
Neccar, Suriye’de İran’ın çıkarları doğrultusunda bir demografik değişim planı yürütülmesine rağmen Suriye’deki direnişin, bu “Şii Hilali” projesini boşa çıkardığını ve bu genişlemeye bir son verdiğini, Suriye halkının İran’ın çıkarmaya çalıştığı mezhepsel fitneye karşı bilinçli bir duruş sergileyerek tuzağa düşmediğini anlatıyor.
Şam düştükten sonra on binlerce Şii milisin nereye kaybolduğu sorusuna ‘Doğuya, Safira bölgesine çekildiler, Palmira Çölü’ne kadar yayıldılar ve Irak’a geçtiler’ cevabını veriyor.