Tekke nin “Tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, âyin icra etmelerine mahsus yere verilen ad…” olduğunu söyleyen Mehmet Zeki Pakalın , kelimenin Farsça’da dayanma, dayanacak yer anlamındaki takye den bozma olduğunu, kimi küçük farklarla zaviye, hankâh, dergâh, âsitâne kelimelerinin de tekke anlamına geldiğini belirterek, ilk tekkenin hicri II., miladi VIII. yüzyılda Filistin’in Remle beldesinde açıldığını bildirmiştir. (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, Ankara 1983) İlgili
İlgili kayıtlarda Horasan ve Toharistan ile Türkistan Türklerinin Müslümanlaşmasında ve İslam esaslı yeni sosyal hayatın kurulmasında büyük katkılarından söz edilen tekkelerin, aynı işlevi Büyük Selçuklular devrinde Anadolu’nun, Osmanlılar devrinde ise Balkanlar’ın fethinde de sürdürdükleri; açılışlarında siyasi iktidarın (saltanatın) iznine tabi olmalarının ve ona itaat etmelerinin dışında bir şart söz konusu olmaksızın serbestlik içinde faaliyet gösterdikleri vurgulanmıştır.
Yine Mustafa Kara Hocamızın tespitleriyle, tekkeler “bütün imkanlarıyla” Millî Mücadele’yi desteklemelerine, o günün yöneticilerinin onlarla bu yönde bir bağ kurmalarına, kimi şeyhlerin de ilk mecliste görev almalarına rağmen “30 Kasım 1341 / 1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’la Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde (…) kapatılmıştır.” (TDV, İslam Ansiklopedisi).
Vakfiyesine göre bu tekke, özellikle Semerkantlı Özbek dervişlerin ikametine tahsis edilmiş, 19. ve 20. yüzyıllarda Orta Asya’dan İstanbul’a gelen hacıların ve dervişlerin uğrak noktası olarak önemli bir rol üstlenmiş; özellikle Buhara, Semerkand, Kaşgar, Andican gibi şehirlerden gelen – çoğu Nakşibendî silsilesine mensup- derviş ve hacıların burada konakladığı bir mekan olmuş; tekke ayrıca vakıf olarak yalnızca mülk ve yapıları kapsayan gelir getirici unsurları içermemiş, faaliyetlerini hayır sahiplerinin desteğiyle de sürdürmüştür.