Son zamanlarda Türkiye’de muhafazakâr kesimin ahlâkî üstünlüğü kaybettiği sözlerini daha sık duymaya başlamışsınızdır. Bu durum, başka pek çok şeyle de ilişkilendirilse de özellikle yirmi küsur yıldır devam edegelen Ak Parti iktidarının bir eseri olarak görül-mektedir. Buna göre muhafa-zakâr kesim, iktidara geldiğinde sahip olduğu ahlâkî üstünlüğü kötü iktidar tecrübesi nedeniyle kaybetmiş, ahlâkî üstünlük seküler cenaha geçmiş durumdadır. İktidara yönelik eleştiriler üst üste yığılınca bu tespit
Son zamanlarda Türkiye’de muhafazakâr kesimin ahlâkî üstünlüğü kaybettiği sözlerini daha sık duymaya başlamışsınızdır. Bu durum, başka pek çok şeyle de ilişkilendirilse de özellikle yirmi küsur yıldır devam edegelen Ak Parti iktidarının bir eseri olarak görül-mektedir. Buna göre muhafa-zakâr kesim, iktidara geldiğinde sahip olduğu ahlâkî üstünlüğü kötü iktidar tecrübesi nedeniyle kaybetmiş, ahlâkî üstünlük seküler cenaha geçmiş durumdadır. İktidara yönelik eleştiriler üst üste yığılınca bu tespit sanki doğruymuş gibi görünmektedir. Keşke öyle olsaydı! En azından ahlâken üstün olduğundan emin olacağımız bir kesimimiz olurdu. Bu türlü değerlendirmeler, esas itibariyle ahlâkî üstünlük hissinin gerekçelerini yeterince tahlil edememekten kaynaklanmaktadır. Tahlil yetersizliği, ilginç şekilde anlama zafiyetini, değişim ve dönüşüm sürecini fark etmek gururu olarak takdim etmektedir. Dolayısıyla mesele üzerine düşündüğünü sananlar ya kör bir tarafgirlikle meseleyi ele almakta yahut böyle ele alanların haddinden fazla tesirinde kalmaktadır.
Gerçekte Cumhuriyet Türkiye’sinde hiçbir kesim hiçbir zaman ahlâkî üstünlüğe sahip değildi ve hala da değil. Meseleyi ister dindar-lakayt ister muhafazakâr-seküler ister fakir-zengin isterseniz köylü-şehirli ayrımıyla ele alın durum değişmez. Hiçbir kesim, cemaat, cemiyet veya sınıf, diğerinden daha ahlâklı bir duruşu temsil etmez. Bütün kesimler yeterince ahlâkî sorunlarla maluldür. Dindar çiftçi, tamirci ve fırıncıların, dindar olmayanlardan yahut muhafazakâr tacir, iş adamı ve siyasetçilerin muhafazakar olmayanlardan daha ahlâklı olduğunu söylemek için hiçbir gerekçemiz yok. Fertler ve gruplar, bir kısım değerleri benimser ve bu değerler doğrultusunda yaşamak ister. Ama insanların istemesi ile yaşaması son derece farklıdır. Ayrıca ne denli farklı kesime ait olursa olsun insanlar genellikle aynı ahlâkî değerleri benimser. Siyasete yön vermesi talep edilen ana değerlerin farklılaştığı söylenebilse de siyasi bir tercih ve eylemi erdemli ve erdemsiz kılan siyasi değerler dahi yaklaşık aynıdır. Yani insanlar tahminlerin çok ötesinde ortak bir ahlâkî değerler dizgesinde uzlaşırlar ama ya genel ilkelerin yorumunda ya da uygulamalarda farklılaşırlar. Pekâlâ, ahlâkî üstünlük hissi nereden kaynaklanıyor?
Sorunun cevabı, politik mücadelenin kazanan ve kaybeden taraflarında gizli. Politikaya endekslenmiş bir ahlâk var Türkiye’de. Uzun zamandır siyaseten yenilenler, siyasi eleştirilerini ahlâkî gerekçelere dayandırıyor. Sorun aslında tam da bu. Aslında siyasi başarı talebi, kendisini ahlâkî eleştiri olarak takdim ediyor. Seksenlerde ve doksanlarda, muhafazakâr kesim iktidarda değildi. O yıllarda muhafazakârlar, iktidarda olanlardan sanki daha ahlâklı bir duruşu temsil ediyor görüntüsü veriyordu. Ak Parti’nin iktidarıyla birlikte süreç tersine döndü. Uzun süredir devam eden iktidar mahrumiyeti kendisini yine ahlâkî gerekçelere dayanarak ifade ediyor. O kadar ki bu eleştirileri dile getirenler, ahlâken üstün olduklarında da kuşku duymuyorlar. Bu da muhataplarında ahlâkî üstünlüğün el değiştirdiği hissini uyandırıyor. Oysa kimse hakiki anlamda ahlâkî üstünlüğü temsil edecek durumda değil. Toplum olarak çok dikkate değer erdemlerimiz var kuşkusuz ama tam da bu sebeple kendimizden beklenmeyecek kadar ahlâken sorunluyuz. Bu durum o kadar bariz ki gerçekten doğru olup olmadığını anlamak için nelere şaşırdığımıza veya hayret ettiğimize bir dikkat kesilmek dahi yeterli olabilir.