Kültürde de manzara farklı değildir. Çeşitli kültür toplulukları, kendi varlıklarını korumak adına diğer topluluklara karşı, görünür görünmez duvarlar örer.
Kültürel duvarların soy veyâ kan esâsıyla birleşmesi
çok daha ağır bir durumdur. Dinlerin bir kısmı bu duvarlarla barışık gelişirken bir kısmı da bu duvarları yıkmayı esas edinmiştir. Meselâ izlediği kültür siyâsetleri açısından dinleri ele alalım.
Bâzı dinler ve mezhepler, inanç ile kan bağı arasında kesin ilişkiler kurar; kardeşler ve yabancılar arasına kalın duvarlar örer.
Meselâ orijinal Musevîliğin aksine târihsel Yahudîlik böyledir. Hem orijinal hem de târihsel düzlemde Hristiyanlık ve İslâmiyet, kan bağına dayalı kardeşlik (uhuvvet) anlayışını bunu kategorik olarak reddetmiş; kapıyı herkese açan
bir bakış geliştirmiştir. Lâkin târihsel pratikler her zaman bu kavrayıcı /kuşatıcı bakış ile uyumlu olmamıştır. Maalesef kabilevî, mezhebî kan davâları ekümenik dinlere de musallat olmuştur. Diğer taraftan her ne kadar soy ve kan bağını reddetse de dinlerin farklı muhitlerdeki farklı kültürel yorumları her zaman çok sorunlu olmuştur. Doğrusu Osmanlı İmparator-luğu’nun bu açılardan çok geniş bakışlı yüksek bir medeniyet başarısı göstermiş olduğunu, ekümenikliğin hakkını maksimum ölçekte verdiğini düşünenlerdenim.