Son yıllarda Türkiye’de en çok konuşulan meselelerden biri, millet içinde bir bölünmenin ortaya çıktığı ve gün geçtikçe derinleştiği iddiası. Özellikle Ak Parti karşıtları, Ak Parti döneminde böylesi bir bölünmenin körüklendiği, siyasi karşıtlık ortamının oluşturulduğu ve mevcut iktidarın bölünme üzerinden oy devşirdiği iddiasını sıklıkla dile getiriyorlar. Hatta sadece Ak Parti karşıtları değil, kimi zaman iktidara yakın isimler de millet içinde bir bölünmenin inkâr edilemeyecek bir olgu haline
Son yıllarda Türkiye’de en çok konuşulan meselelerden biri, millet içinde bir bölünmenin ortaya çıktığı ve gün geçtikçe derinleştiği iddiası. Özellikle Ak Parti karşıtları, Ak Parti döneminde böylesi bir bölünmenin körüklendiği, siyasi karşıtlık ortamının oluşturulduğu ve mevcut iktidarın bölünme üzerinden oy devşirdiği iddiasını sıklıkla dile getiriyorlar. Hatta sadece Ak Parti karşıtları değil, kimi zaman iktidara yakın isimler de millet içinde bir bölünmenin inkâr edilemeyecek bir olgu haline geldiğini kabul etmiş görünüyorlar.
Bölünmeden bahsedenleri dinlediğim kadarıyla bölünmenin boyutları ve nitelikleri hakkında bir kanaatleri yok. Bölünmeyi daha ziyade siyasi kutuplaşma üzerinden anlayıp sağ-sol karşıtlığı üzerinden çözümlüyorlar. Sanki bölünmenin sağında kalanda Cumhur İttifakı, solunda kalanlar da Millet İttifakı tarafındaymış gibi bir sonuç çıkıyor. Yani bölünmenin boyutlarının, daha ziyade ittifakın oy oranlarına bağlı olduğu hissi oluşuyor. Yine bu haliyle sağda ve solda kalanların hangi düşünce ve tercihlerinden dolayı bulundukları yerde olduğunun da ikna edici bir açıklaması yok. Sanki bölünmenin niteliğini, Tayyip Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığı belirliyor hissi oluşuyor. Çünkü çok farklı düşünce, eğilim ve sosyal tabakadaki insanlar aynı kefeye konuyor.
Özetle bu bölünme iddiaları göründüğü kadar iyi düşünülmüş değil, ciddi bir araştırmaya da dayanmıyor. Pekâlâ, nereden çıktı bu iddialar? Türkiye’de seküler değerleri benimsemiş sayısal olarak oldukça azınlık bir grup var. Bu grup aslında tam olarak belirli bir kesim tarafından temsil edilmiyor. Yani bu gruptakiler Alevîlerden mi oluşuyor? Hayır. Kendilerini Atatürkçü kabul edenlerden mi oluşuyor? Hayır. Herhangi bir ırk aidiyeti de yok. Türklerden, Kürtlerden veya başka bir ırktan mı oluşuyor? Hayır. Daha ileri gidelim: Bu grup solculardan mı oluşuyor? Cevap yine hayır. İçlerinde Alevî de var Sünnî de var; Türk de var Kürt de var. Solcu da var, sağcı da var; Atatürkçü de var tanımlanmış haliyle Atatürkçü olmayanı da var. İşin ilginci, bunların tamamı, belirli bir parti içinde bulunmuyor. Ağırlıklı olarak millet ittifakı bloğunda yer almakla birlikte cumhur ittifakı bloğunda da bulunuyorlar.
Seküler değerleri benimsemiş bu grup, fazlasıyla azınlıkta olduğundan millet içinde bölünme oluşturabilecek bir kabiliyete sahip değil. Fakat siyasi çekişmelerden istifade edebilecek bir söylem üretme gücüne sahip. Söyle stratejisi ise Ak Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin bir kesiminin mevzi kaybına uğradığı üzerine kuruluyor. Aslında Ak Parti iktidarının devam ettiği yirmi beş yıllık süreçte seküler düşünceye sahip insanlar ile genel olarak kendini sol blok içinde görenler hiçbir mevzi kaybına uğramadılar. Zenginleri sermayelerini kat be kat artırdı. Yaşam tarzlarını sürdürmeyi mümkün kılacak alanlar, Ak Parti iktidarında muhafazakarların aleyhine olacak şekilde genişledi. Kültürün muhtelif alanlarındaki etkinlikleri azalmadı, tam tersine Türkiye’nin uluslararası alandaki görünürlüğüne paralel şekilde arttı. Aynı durum genel olarak sol blok için de geçerli. Kimse ne meyhanesi ve sahilini kaybetti ne de kılık kıyafeti ve aidiyetlerinden dolayı hak mahrumiyeti yaşadı. Ak Parti’den önce Alevîler ulu orta Alevî olduğunu söylemeye çekiniyordu ve “Alevîyim” demek çok güçlü bir aidiyet ve cesaret istiyordu. Ak Parti döneminde herhangi bir çekince duymadan kendi mezhebi kimliklerini gururla söyleyebilir hale geldiler. Buna rağmen özelde seküler genel sol kesimin mevzi kaybı hissi yaşamalarının ve bunu siyasi söyleme dönüştürebilmelerinin sebebi, Ak Parti iktidarı döneminde muhafazakâr kesimin seksenler ve doksanlardaki hak mahrumiyetlerinin bir kısmını telafi etmeleridir. Fakat sözünü ettiğim azınlık seküler kesim, muhafazakâr kesimin yaşam pratiklerine dahi tahammül edemediğinden insanların vatandaşlık haklarını kullanmalarını hak mahrumiyeti olarak algılıyor. Baş örtülü öğrencileri ikna odalarına almalarında olduğu gibi başkalarının yaşam tarzına ulu orta müdahale etmeyi öylesine doğal bir hak olarak görüyorlar ki bunun ellerinden gitmesini yakıcı bir azap olarak telakki ediyorlar. Hiçbir hak ve mevzi kaybına uğramadıkları halde sanki her şeylerini kaybetmiş ve ellerinden tüm hakları alınmış gibi davranıyorlar.
Açıkça söylemek gerekirse bu, histerik bir tavır. Çünkü bu tavrın sahipleri, bu ülkede bu milletin bir parçası oldukları halde millete aidiyeti, millete tahakküm etmekle özdeşleştirdiklerinden kendilerini yabancı görüp göstermeye çalışıyorlar. Eğer bu tavır, küçük bir azınlığın hastalıklı tutumu olarak kalsaydı üzerine konuşmaya bile değmezdi. Fakat Türkiye’de siyasi çatışmanın dilini oluşturmaya başladı. Özellikle son iki seçimdir Millet İttifakı’nın dilini öylesine etkiledi ki muhalefetin karakterini şekillendirmeye başladı. Bilhassa Cumhuriyet Halk Parti’nin siyasi reflekslerini şekillendirecek noktaya ulaştı. Dahası, Ak Parti içinde özeleştiri kültürünü dahi etkiledi ve ayrışma siyasetine dönük örtük eleştiri adetini başlattı. Oysa bu, marjinalleştirici bir söylem. Bir kitle partisinin böylesi bir söylemle ve bu söylemin gereği olan tutumlarla -mesela CHP’nin geçen haftaki boykotu böylesi bir tavrın uzantısıdır- başarı kazanması mümkün değildir. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde marjinal tutumlar, kalabalık kitleleri yönlendiremez. Evet, bazı tavırların genel kabule mazhar olması veya marjinalleşmesi, dönemden döneme değişebilir. Ama bu değişim savaş dönemleri gibi olağanüstü şartlara ihtiyaç duyar. Olağan siyasi şartlarda marjinal kalan tavırlar, kitle yitimine sebep olur. Ayrıca Türkiye’de siyaset yapmak için böylesi marjinal tavırlara da gerek yok, zira muhalefet yapmak için herkesin yeterince kusurunu bulabiliriz.
Özetle Türkiye’de kimsenin mevzi kaybettiği yok. Hele de muhafazakârların kazandığı haklar bile henüz tam olarak kurumsallaşmamışken sekülerlerin kaybettiği hiçbir mevzi yok. Histerik tavırları, gündelik siyasetin muhalefet diline dönüştürmek ve millet içinde derin bir bölünme var hissi oluşturmak, siyasi başarı getirmeyeceği gibi uzun vadede yalnızca azınlıkta kalan kesimlerin aleyhine sonuçlar doğurur. Bundan milletçe kazançlı çıkmamız da mümkün görünmüyor.